İyi huylu, temiz ahlâklı iki kardeş, babalarından kalan çiftlikte birlikte çalışırlardı. Her günün sonunda bu iki genç kazandıkları ürünleri ve kârlarını eşit olarak bölüşürlerdi. Gençlerden biri evliydi; diğeri ise henüz evlenmemişti. Günün birinde evli olmayan kardeş kendi kendine: “Mahsulümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç hakça değil” diye düşündü. “Ben yalnızım ve pek fazla şeye ihtiyacım yok” Bu düşünceler zihninde olgunlaşarak bir karara vardı; her gece dışarı çıkıp dolu bir çuvalı gizlice ağabeyinin evindeki ambara götürmeye başladı.
Bu arada evli olan kardeş de kendi kendine: “Mahsulü eşit şekilde paylaşmamız hiç adil olmuyor. Ben evliyim; bir karım ve çocuklarım var. Yaşlandığım zaman bana bakabilirler. Halbuki kardeşim yapayalnız. İhtiyarlayınca ona bakacak kimsesi yok..” diye düşünüp dertlenirdi. Sonunda o da bir karara vardı. Her gece bir çuvalı gizlice kardeşinin ambarına götürmeye başladı.
İki kardeş yıllarca ne olup bittiğini anlayamadılar. Her ikisinin deposundaki mallar verdikleri hâlde eksilmiyordu. Bir gece iki kardeş ellerinde çuvallarla çarpıştılar.. Bir anda ikisi de depodaki tahılın niye eksilmediğini anladılar ve çuvalları bırakarak kucaklaştılar.
işte bu, kardeşlik…
İşte bu fedakarlık…
İşte bu, insanlık…